Galiba 1970’li yılların sonu, belki de 80’lerin ilk yılları. Bir arkadaşım, eniştesi ve ben gölde bir kayığın üzerinde balık tutuyoruz. İçindeyken göl sanki uçsuz bucaksız. Öylesine bir sessizlik var, denir ya mutlak sessizlik diye, motorun gürültüsü bu dinginliğin tadını çıkartmamıza engel. Hoş onlar daha ziyade balık peşinde bense çevreye bakıyorum. Hopa tabir edilen yüzen adacıklar var, yaklaştığımızda yüzlerce kuş havalanıyor. Küçücük, girintili çıkıntılı kamışların yarattığı koylar. Bir başka dünya! Çivril de.
Birden masalsı, yemyeşil bir zemin beliriyor. İlk kez gördüğüm, çiçeklerle bezenmiş bir alan. Demek ki mayıs-haziran aylarındaymışız. Nilüfer çiçeklerinin açtığı sezonda. Koskoca gölün hopa denilen adacıklara yakın bölümündeydiler. Hayranlıkla seyretmiştim. Nereden bilebilirdim ki, günümüzde bataklık bitkisi olduğunu öğrendiğim bu bitkinin can çekişmeye yüz tutan gölümüzün tanıtımında baş sıraya oturacağını. Balığı, kereviti, kuş cennetini, gölün ovanın tarım üretiminde sulamayla yarattığı büyük katkıyı konuşmayıp da nilüfer çiçeği turizminin kazandıracağı paranın hayalini kuracağımızı! Hiç baktınız mı Dinar’dan doğup, Gökgöl ‘den çıkan suyla karışarak baraja akan suyun rengine? Peki, son yıllarda akmayan, çok değil 3-5 yıl öncesinde serpmeyle balık tutulan Kufi çayından gelen suyun (akarsa) rengi nasıl? Belki de yemişsinizdir sizde göl kenarında ki bir restoranda, Çorum dişlisini!
Ne kadar hoyratça, bizden sonra çocuklarımızın yaşayacağı çevreyi mahvediyoruz! Mahvolmasına göz yumuyoruz. Yok, mu bu gölün bir kurtuluş reçetesi?
Bana hep yerelden yaz diyor sıkça okurlar. Aklıma anılar geliyor. Gene 80’li yılların başları. İsviçre’li bir arkadaş grubuyla Antalya civarında yaptığımız tatilin bitiminde Çivril den geçip İzmir e dönecekler. Işıklı da balık yediler, bir de kerevit. Ne zengin sofraydı onlara göre! Masada kerevit! Avrupa da sorun bir fiyatını, ben çok pahalı olduğunu biliyorum. O günlerde çoluk çocuk elleriyle gölden toplardı. Büyük paralar kazanırdı Çivril kerevitten. Yazmışken bir de sevgili ağabeyim veteriner M.Ali Şişman a teşekkür edeyim. Hatırlar mı bilmem, Kızılcasöğüt’te bir fabrika vardı. Oradan, ihraç olmak üzere ambalajlanmış birkaç kutu kerevitin arkadaşlarıma hediye olarak verilmesini sağladı. Yabancı arkadaşlarla yıllarca konuşuldu aramızda o kerevitlerin tadı. Sonra, evet sonra bir gün, ne bizim gölde ne Eğridir ne de çevre göllerde kerevit kalmadı. Mantar hastalığı dediler. Göçmen kuşlar getirmiştir dendi? Tedavi edilemedi bildiğim kadarıyla, yeterince araştırma mı yapılmadı? Belki de. Yıllar geçti, bağışıklık oluştu, yeni nesillerde hastalık kayboldu denildi. Çokça üreyemedi zavallı kerevitler bir daha. Dişli balığımız hamsi boyutlarında avlanır, yenir oldu. Her şey gibi onların da tadı kayboldu. Çorum dişlisine razı olduk. Göl daha bir kirlendi, sanırım suyun PH ı daha düştü. Canlı yaşamına engel.
Yeşil Çivril ismi geçmişte kaldı. Yağış rejimi değişti. Ova, tarım geliriyle yeterince besleyemiyor köyleri. Topraklar el değiştiriyor. Büyük şirketler arazi satın alıyor, devasa alanlarda şimdilik meyve üretimi yapıyorlar. Organize tarım sanayi bölgesine şiddetle ihtiyaç var. Göç sürüyor, ova nüfusu artmıyor. İyice görünür olan bu sorunlara kim çare bulacak? Böyle geldi ama böyle gitmiyor! Siyaseti hamasetten kurtaralım. Konuşup, tartışıp gerçekçi, içten, samimi çözümler üretelim. Bu Çivril hepimizin.
Sağlıcakla kalın.