Ülkemizde birçok çocuğa yakınları ya da ebeveynleri tarafından şiddet uygulandığı tahmin ediliyor. Fiziksel şiddetin neden olduğu duygusal travmanın, fiziksel yaralar kadar çabuk iyileşmediği biliniyor. Psikolog Tolga Arslanoğlu uyarıyor: “ Çocuklardaki duygusal zararın etkisi genellikle ergenlikte ya da ebeveyn olduklarında ortaya çıkar.”
Psikolog Tolga Arslanoğlu, şiddetin ortaya çıkmasında sadece psikolojik değil; sosyolojik, fizyolojik gibi birçok etken etkili olduğunu söyledi.
Çocukların ebeveynlerini rol model aldığının altını çizen Arslanoğlu, “Çocukların yetişmesinde anne ve babaların eğitim alması gerekiyor. Ayrıca çocuklar şiddete yönelme eğilimi varsa bir uzmandan yardım alınmalıdır. Aksi takdirde farklı sonuçlar doğurabilir ”dedi.
“ŞİDDETİN YOL AÇTIĞI PSİKOLOJİK SORUNLAR KALICIDIR”
Ev içinde yaşanan şiddete tanık olmak bile çocukların geleceğini etkilediğini söyleyen Arslanoğlu; “Aile içi şiddet; aile üyelerinden birinin diğerini duygusal, fiziksel ve cinsel istismara maruz bırakması, sosyal olarak izole etmesi ve maddi açıdan kontrol etmesi ya da yoksun bırakması gibi davranışları içerir ”diye konuştu.
“ÖĞRENİLMİŞ TOPLUMSAL CİNSİYET ETKİLİDİR”
Psikolojik anlamda ilk akla gelen ise aslında hepimizde var olan ‘saldırganlık’ dürtüsü olduğunu belirten psikolog Arslanoğlu; “Bu dürtü, Sigmund Freud’un çokça bahsettiği iki temel dürtüden biridir (diğeri cinselliktir). Bu dürtülerin öncesinde nasıl bastırıldığı ve sonrasında nasıl dışarı aktarıldığı şiddeti etkileyen süreçlerdendir. Bazılarımız -çoğunlukla da erkekler- bu dürtüyü kontrol etmekte zorlanır. Burada öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rollerinin oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. Bir futbol maçını düşünün. Statlar genellikle erkeklerin bir araya gelerek öfkelerini rahatça ortaya çıkardıkları ortamlardır. Buralarda sık sık sözel veya fiziksel şiddet görüntüleri ortaya çıkar ve sanki bunların hepsi için onlara bu izin verilmiştir. Ancak aynı stadı kadınların doldurduğunu düşünün. Yüksek ihtimalle gözünüzde şiddet içerikli sahneler canlanmayacaktır ”dedi.
“PSİKOTERAPİ İLE TRAVMATİK YAŞANTILARI ÇÖZÜMLEMEK”
Herhangi bir psikolojik rahatsızlıkla ilgili çalışırken mutlaka bireyin ailesini de tanınması ve incelenmesinin son derece önemli olduğuna vurgu yapan Arslanoğlu; “Aile toplumun temel taşıdır ve çocuklarda ailesini rol model alır. Bu yüzden ilk olarak aile yapısına bakarız. Zaten aileyi biz sormasak bile kişi kendiliğinden bahsetmeye başlar. Bireyi aileden ve toplumdan ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Sadece şiddet konusunda değil, çocuk birçok konuda doğduğu andan itibaren anne ve babayı rol model alır. Onların davranışlarını gözlemler, taklit eder ve öğrenir. Hayatında hiç küfür duymayan bir çocuğun küfür etmesi mümkün müdür? John Locke’un da ortaya attığı ‘tabularasa’ (boş levha) kavramını düşünecek olursak; doğduğumuz andan itibaren hepimizin zihni boştur aslında. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, o boş levhayı dolduruyor. Önce ailede sonra okulda şiddet ve zarar verme konusunda iyi bir eğitim alan ve iyi modellerle karşılaşan bireyin şiddete yönelimi daha az oluyor. Şiddeti gören, duyan, maruz kalan çocuk ise öfkesini zarar vererek dışarı çıkarıyor. Travmalar da bu konuda oldukça etkilidir. Burada yapılması gereken, mutlaka ve mutlaka bir uzmandan yardım almak, psikoterapi ile bu travmatik yaşantıları çözümlemektir. Aksi takdirde bu kişilerin hem kendilerine hem başkalarına zarar verdikleri durumlar ortaya çıkacaktır ”şeklinde konuştu.
“ŞİDDETE EĞİLİMLİ ÇOCUKLAR ÇOĞUNLUKLA ÖFKELİ OLURLAR”
Şiddete eğilimli bireylerin fark edilmesinin zor olmadığını söyleyen Arslanoğlu;“Daha çok küçük yaşta nesneleri hırpalayan, zarar veren, başkasının canını acıtan, başkasına zarar veren çocuklar vardır. Bunu bilinçli ya da bilinçsiz yapıyor olabilirler. Ancak ikisi de oldukça sağlıksızdır. Bu durum çocuklarda davranış bozuklukları, dürtü kontrol bozukluğuna işaret ediyor olabilir. Şiddete eğilimli çocuklar çoğunlukla öfkeli olurlar. Başkalarının yaşadıkları acılara karşı üzüntü duymayabilirler, kendi zarar verici davranışları ile ilgili vicdan azabı ve pişmanlık duymayabilirler. Bunların dışında ilgi çekmek için de bu davranışları sergiliyor olabilirler. Bu durum fark edildiği andan itibaren bir uzmandan yardım alınmalıdır. Bu özellikler kemikleşmeden müdahale etmek etkili olacaktır ”dedi.
“KADINLAR ŞİDDETLE BİRLİKTE ÇARESİZLİK DUYGUSU YAŞIYOR”
Psikoterapiye gelenlerin çoğunun kadın olduğuna vurgu yapan Arslanoğlu şunları aktardı:”Çoğu zaman şiddeti gösterenler değil, şiddeti görenler yardım almaya geliyor. Oysa asıl iyileştirilmesi ve tedavi görmesi gerekenler şiddeti gösterenlerdir. Daha çok kadınlar maruz kaldıkları şiddetle birlikte yaşadıkları çaresizlik, acizlik, aşağılanma duyguları ile baş etmek için geliyorlar. Destek verdiklerimin çoğunluğu, hatta neredeyse hepsi hayatlarında en az bir kez sözlü, fiziksel, psikolojik şiddete veya mobbinge maruz kalmış durumdalar. Ancak şunu da söylemeliyim ki; bazı durumlarda öfkesini şiddete başvurarak gösteren erkek danışanlar ile görüşmelerimde bu kişilerin mutlaka geçmişinde bir şiddet izine rastlıyorum. Şiddet şiddeti doğuruyor. Dövülen çocuk -özellikle erkek çocuk- kendi yaşadığı çaresizlik ve acizlikle başa çıkabilmek için sonrasında başkasını dövüyor. İşte tam da burada toplumsal cinsiyetin etkilerini görüyoruz. Şiddeti gösterenin çoğunlukla erkek olması toplumun bu cinsiyete yüklediği bazı anlamlar ve ‘güçlü olma zorunluluğu’ ile doğrudan bağlantılı. ‘Erkek güçlüdür, erkek ağlamaz, erkek korur ve kollar, erkek aileye bakmak zorundadır, erkek cinselliği fazlaca deneyimlemelidir, bu onu daha iyi ve güçlü yapar’ şeklindeki baskılar, erkekleri ‘tanımlandıkları gibi olmaya’ iter. Böyle davranan erkeklerin güçlü olduğu zannedilir. Ancak herhangi bir aksi durumda ‘güçsüz duruma düşen’ erkekler, şiddete başvurur. Kadını aşağılayan erkek o gücü geri kazandığını düşünür” ifadelerini kullandı.
“ANNE-BABALARA EĞİTİM VERİLMELİ”
Erkek ve kadının eşit olduğunu toplumda ve ailede göstermek gerektiğini belirten Arslanoğlu şunları kaydetti: “Erkek ve kadının eşitliğinden bahsetmek, çocukları anne ve baba rolleri için de bu şekilde yetiştirmek çok önemli. Erkekler ile kadınlar eşittir demek yetmez. Bunu çocuğa tutarlı bir biçimde ailede ve toplumda da göstermek gerekir. Bu konuda çocuklardan çok anne ve babalara eğitim verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Anne ve babaların bu konudaki farkındalıkları arttırılırsa, aileler çocukları ile güvenli ve tutarlı bir ilişki kurabilirlerse, çocuklarına sevilmeye ve saygı duyulmaya hakkı olan bir birey olduklarını hissettirebilirlerse, çocukları da aynı döngüyü hem kendileri hem de ileride kendi çocukları için sağlayabileceklerdir. Dolayısıyla anne babalara bu konuyla ilgili eğitimler vermek, onları bilinçlendirmek, gerekiyorsa psikoterapi konusunda yardım almalarını desteklemek çok önemli. Şiddetle kurulan zincirin halkası olmak da o zinciri kırmak da anne ve babaların elinde. Bu zarar veren zincirin bir halkası olmamak için yardım almaktan, kendileriyle yüzleşmekten asla kaçınmamaları gerekiyor.”