Çocuklar asansörü bırakın, diye bağırdı. Bir süre daha bekledi, sonra baktı gelmiyor merdivenlere doğru yürüdü. Bir alt katın sağındaki dairenin önünden başlayıp asansörün önünden geçerek merdivenlere, oradan apartman girişini boydan boya geçerek sokağa çıkan kötü kokulu delik naylon çöp poşeti sızıntılarını içinden “ pis pasaklı karı, millete zorla çöp koklatıyor…” diye söylenerek caddeye çıktı, poşet sızıntısı ise caddeyi geçerek yolun kenarındaki çöp bidonlarına doğru…

Hızlı adımlarla ana caddeye çıkıp otobüs beklemeye başladı. İçinden 38 numara çabuk gelse bari diye geçirirken baktı bir otobüs geliyor, numarasını okudu; 43 numara, hem çok dolanıyor, hem de bankanın uzağından geçiyor diye binmedi…Çantasından bir sigara çıkarıp yaktı. Üç beş nefes ya almış ya almamıştı ki 38 numara göründü. “Cavırın meredi sigarayı yakmasam gelmeyecek!” diye söylenerek elindeki sigarayı atıp bindi otobüse. Baktı oturacak yerlerin hepsi tutulu, orta kapı boşluğunda bir yer bulup dineldi.

Bir gözü otomatik sıra gösterge kutusu, bir gözü kapıdan giren yeni gelenlerde beklerken sıranın gelmesine iki kişi kaldı diye sevindi. Tam bu anda kapıda iki kişi görünüp ellerindeki banka kartları ile sıra alıp oturdular, yeni numara yanar yanmaz biraz önce gelenlerden biri, yeniden bir numara yanınca da öbürü oturdukları yerden kalkıp vezneye yürüyünce şafak attı, başladı içinden küfretmeye…

Bankadaki işini bitirip, çarşıdan alacaklarını alıp eve dönerken evin arkasındaki kapalı halk pazarına uğradı. Tavukçudan tavuk alıp tavada pişecek şekilde hazırlatıp baharatlattırdı. Salata için biraz yeşillik aldı. Halk pazarından çıkıp eve doğru giderken, bizimki gelmiş olsa bari, gelip de ocağa çayı koymuş olsa, şöyle karşılıklı çaylarımız elimizde balkona otursak, ben bir sigara yakıp dumanını yüzüne üfürsem, o da şu zıkkımı içiyon bari dumanını bana doğru üfleme diye kızıp söylense…

Kapıyı açınca içeriden dışarıya doğru yoğun bir sarımsak kokusu yürüdü, baktı kocası, mutfak masasında oturmuş içiyor; önünde biraz peynir, biraz kavun, ama kocaman bir çanak. “Çanakta ki cacık olmalı, sarımsak kokusu da belli oradan geliyordur!” diye aklından geçirip öfkelendi ve,

-Daha dün zıkkımlandın dık deyinceye kadar, yattığın yer, oda, çarşaf marşaf leş gibi sarımsak kokuyor. Bi de öyle teke gibi kokarken işe gittin. Bu gidişle ayyaş olacaksın ayyaş…

-Dün Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü idi…Hem sabah duş alıp tıraş oldum…

-Bugün..?

-Doğum günüm…

-Yarın da nasıl olsa öldürecek birini bulup zıkkımlanırsın, sende bu kafa olduktan sonra, deyip elindekileri mutfak mermerine atıp balkona çıktı. Gözlerini balkondan görünen Toros Sıradağlarının sivrilerine, eteklerindeki koyu yeşilliklerine dikip sigarayı yaktı. Çay isteği falan uçup gitmişti.

Heyheylenip hışımla balkona çıkan karısının arkasından tepkisiz rakısını yudumladı. Bitince yine doldurdu…sonra bir daha…

Kadehteki son yudumu alınca banyoya geçip duş aldı, duş alırken belki bu gece yataklarımız birleşir diye aklından geçirdi. Sonra aklından geçen gerçekleşir diye umutlandı. Sabah işe giderken tıraş olmuş olmasına karşın tekrar tıraş oldu. Tıraş olurken Fransızlar ‘ sabah işi ve eşi, akşam metresi’ için günde iki kez tıraş olurlarmış bugün Fransız olduk diye aklından geçirip balkona çıktı. Sesine tüm tatlılığını vererek,

“Huriye karıcığım bana bir kahve yapar mısın?”

Huriye bir an için duymazdan geldi. Sonra içini gittikçe büyüyen bir öfke dalgası sardı, iri açık yeşil gözleri gittikçe irileşip öfke topuna dönerken dişlerini sıkarak,

“Zıkkımın kökünü iç!”

Başladılar karşılıklı bağrışmaya sesleri gittikçe yükselerek. Sonra Huriye kapıyı çarpıp çıktı gitti evden. Bir süre sonra kapının zili çalınca açtı; kapıda iki polis. O şaşkın bakarken polisler sessizliği bozdu,

“Beyefendi eşiniz sizden şikayetçi, buyurun karakola!”…