Sağa sola bakındım; kimse görünmüyordu. Bu arada açılan kapıdan kurtulan bir zarf, havada savrularak gelip ayakucuma ilişti. Zarfın üzerinde ne gönderene nede alıcıya ilişkin hiçbir not yoktu. Zaten kapımdan içeri girdiğine göne alıcı bendim. Açtım…
Yazı, epeydir bana uğramamasına karşın çok tanıdık gibiydi;
Duydum ki, sağda solda bana olan sevginden bahsedip, kurda kuşa, hatta dağa taşa beni sevdiğini haykırdığından bahsediyor, bununla da yetinmeyip kaleminin ulaştığı her yaprağa bunu yazıyormuşsun…
Buna benzer şeyleri bir süre bana da yazmıştın. Niye saklayayım… O yazdıkların yaşamımda en güzel duyguları yaşatmıştı… Ve senin bana o duyguları her geçen gün artarak yaşatacağın umuduna kapılmış ve seni sevmiştim. Ve boş bulunup bir mektubumda bu duygumu seninle de paylaşmıştım…
Ta baştan beri, içinde olduğum sıkıntıları sen biliyordun. Zaten sık olmasa da punduna getirip gizlice yazdığım mektuplarda buna değinip beklememiz gerektiğini sana yazıyordum. Zar zor olsa da bu süreç, bu yazışmalar sürüp gidiyordu. Sonra ne oldu bilmiyorum yazıların gelmez oldu. Oysa ben onlarla besleniyor, gelecek diye yollarını gözlüyordum…
Sonra bir gün… pardon bir akşam kapımız vuruldu… Kapıyı kim açtı bilmiyorum. Birden bizim evde bir gerginlik tüm evi kapsadı; homurtular geliyordu ablamlar dan dan… Hatta benim küçüğüm olan kızlar bile ablamlara eşlik ediyorlardı…
Sizinkiler konuşuyor; babam susuyor, büyük ablam konuşuyordu babamın yerine… Bana kimse bir şey sormuyordu… Oysa konuşulan bendim… En çok ta susan bendim. Bir anama bakıyordum, bir babama… İkisi de sus pus olmuşlardı ablamın şirretinden… Ama ben umutluydum geride sen vardın… Arkamda bir koca dağ gibiydin… Beni sevdiğini söyleyip yaşam boyu bekleyeceğini söylüyordun…
Ama beklemedin…
Mektup burada bitiyordu, oysa rüya çoktan bitmişti…