Bu gidişat nereye? Nerede dur denecek? Nasıl olacak? Hiçbirimizin bilmediği gibi, ben de bilmiyorum. Yarına nasıl uyanacağız, uyanabilecek miyiz? Çocuklarımızın geleceği ne olacak? İçimizde huzursuzluklar, aklımızda türlü türlü sorular…

Yurdumuzun dört tarafı akbabalarla çevrili, içinde ise yılanlar. Çevremizde ruh hastaları. Savaşlardan tutun da pedofiline, katiline kadar saçma sapan bir labirentin içindeyiz. Birinden kurtulsan diğerine çarpıyorsun. Birine kulaklarını kapasan, diğeri gözümüze giriyor. Çocuklar narin olur, kırılgan olur; tıpkı çiçek gibi, papatya gibi. Koklamaya kıyamadığımız canlarımızı elin hasta ruhlusu, hırsına, öfkesine, gözü dönmüşlüğüne, kıskançlığına, azgınlığına, sapkınlığına gem vuramayıp senden alır.

Senin karınca misali inşa ettiğin yuvana bombayı bırakıverir. Gün geçmiyor ki bu haberleri duymayalım. Hayatımız tam olarak Açlık Oyunları'na döndü. Hayatta kalma çabası. Çok üzgünüm, çok içim acıyor ve sadece yaşadığımız bu korku filmini izliyoruz, titreye titreye.

İhtirasları, dünyevi çıkarları uğruna savaş çıkaranlar, ortalığı kan gölüne çevirenler, çoluk çocuk demeden canları paramparça edenler Allah'ı mı unuttular? İçinizdeki hangi tohumu sularsan, o yöne meyillenir insan. Kötüyü besleyen canavarlaşıyor. Biz bilincinden benleşiyor. Vicdanı tamamen kayboluyor demek. Gözünde yaş yok, solunda sevgi yok. İliklerinde merhamet yok.

Evet, Allah'ı unuttular! Şeytanlaştılar. İçlerindeki kötü tohumu besleyenler şeytanlaştı. Vicdan var mı vicdan? Azıcık vicdanı olanlar da bencileyin böyle sızlanıyor işte. Tüm güzelliklerin son noktasındayız. Ufka umutla bakamıyoruz. Cinayetlerin, tecavüzlerin, savaşların gözümüzde normalleştirildiği gökyüzünün kızıllığını, artık bebeklerin, çocukların kanlarından aldığı bir dünyada ölüm sörfü yapar haldeyiz. Dalgaların altında kalmama yarışı.

Allah’ın unutulduğu yerde merhameti ara ki bulasın. Şarkının da dediği gibi, “Gerçekten iğrenç bir hayat.” İnsanlık öldü. El Fatiha!