Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile başlamak istiyorum:

"Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştireceksiniz."

Bu sözleriyle öğretmenlerimizi baş tacı eden Atatürk, onların toplumu gül bahçesine çevirmeyi bir görev edinmelerinin önemini ne güzel ifade etmiştir.

Öğretmen vardır, mesleğini yalnızca geçimini sağladığı bir iş olarak görür. Okula gelir, konuyu anlatır ve zil çalınca çıkar gider. Ama bir de öğretmen vardır ki, tüm hücreleriyle kendini mesleğine adar. Hayatın döngüsüne öğrenciyi de katar; onlara bildiği her şeyi öğretmek için özveride bulunur ve sürekli arkasını kontrol eder: “Acaba bir yerde eksik bıraktım mı?” düşüncesiyle öğrencilerini eğitmeye çalışır. İşte bu ikinci gruptaki öğretmenlere denk gelenler çok şanslıdır. En haylaz öğrencinin bile hayatına dokunmayı başarırlar.

Yıllar sonra karşılarına çıktığınızda, size baktıklarında o gururlu ifadeyi görürsünüz: “Bu tabloyu ben çizdim; burada benim de emeğim var.”

Burada devreye giren yalnızca okuma, yazma, çarpma ya da bölme değil. Pisagor, koordinatlar, enlem-boylam, “de-da” ekini doğru kullanmak, gizli özne bulmak da değil. Fotosentez, kimyasal semboller (H2SO4 – Hasan 2 Salak Osman 4, meşhur sülfürik asit formülü), Pi sayısı (π ≈ 3.14159265359) hiç değil.

Bunlar sadece birer araç. Asıl önemli olan, öğretmenin hayatımıza kattığı o küçük ama etkili dokunuşlar:

  • Olasılıkları değerlendirme,
  • Özgüven geliştirme,
  • Kendini ifade edebilme,
  • Risk alabilme,
  • Ayakta kalabilme,
  • Birlikte hareket edebilme,
  • Hatasını kabul edip yalan söylememeyi öğrenme...

Bunlar, benim kendi hayatımdan verebildiğim örnekler. Bu liste böyle uzayıp gider. Öğrencilik hayatının labirentinde öyle serüvenler yaşanır ki, bunların hepsi öğretmen ve öğrencilerin yazılmamış günlüklerinde saklı kalır. Arada bir akıllara geldiğinde hafif bir gülümsemeye sebep olur.

Günlük deyince aklıma geldi. Oğlum ikinci ya da üçüncü sınıftaydı. Öğretmenine sınıfça bir günlük hediye etmiştik. Sınıftaki bütün öğrenciler bir şeyler yazıp karalamıştı. Bir tanesi hiç aklımdan çıkmıyor. Belki de en güzel tarifi oydu, o yüzden hafızama kazındı:
"Öğretmenim, biz bir kuşuz; siz de bize uçmayı öğretiyorsunuz."

Bu cümlenin üzerine başka ne söylenebilir ki?

Öğretmen, sevmek için yaratılmış nadir insanlardandır. Şahsi düşüncem odur ki, “Yaratıcımız bu özel kullarına merhamet ve koşulsuz sevme özelliğinden biraz fazla vermiş olabilir.” Ayrıca öğretmenler, mükemmel birer heykeltıraştır. Mermer ve ağaç oymacılığına benzer. Roma İmparatorluğu’ndan kalma insan heykellerini düşünsenize, ne kadar detaylı ve ince bir işçilik vardır.

Eğer hâlâ okumaktan sıkılmadıysanız, yazıma bir anma ve teşekkür paragrafı da eklemek istiyorum:

Bana yazmayı, deli gibi okumayı sevdiren ilkokul öğretmenim Tülay Kızılelma. Yazdığım her kompozisyonumu, şiirimi hevesle okuyup beni yüreklendiren canım öğretmenim… Sizi rahmetle anıyorum. Nur içinde yatın.

El sanatlarında ve hobilerimde benim daha da heveslenmemi sağlayan güler yüzlü öğretmenim Necmiye Ozan...

Çocuklarımın hayatında “iyi ki” dediğimiz can öğretmenlerimiz:
Necmi Çelikten, Hülya Güven ve Cennet Begdeda Yalnız… Siz güzel insanlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

İnsanlığın önce ailelerin, sonra da öğretmenlerin eseri olduğuna inanıyorum. Hamur, maya, sonra da şekil ve pişirme sanatı…

Aile + Öğretmen = İnsan