Merhaba!
Bir iş için İstanbul’a gelen arkadaşım konaklamak için Beşiktaş’ta Maçka Parkı civarında bulunan oldukça lüks bir oteli seçmişti. Sonbaharın bütün cilvelerini yaşayan İstanbul o günlerde şiddetli yağmur ve fırtınanın tesiri altındaydı. Öyle ki ağaçları kökünden sökecek kadar kuvvetle esen rüzgâr, yağmakta olan yağmur damlalarını bir kurşun misali hedef gözetmeksizin yere indirmekteydi. Evim, arkadaşımın konakladığı yere oldukça uzaktı, yanına gidip işlerini görmek hususunda kendisine yardımcı olamıyordum. Yakın olsa elden ne gelir, ticari taksiler bile cesaret edip trafiğe çıkamaz hâldeydi. Kendisine telefonla ulaşmaktan başka bir çıkar yol yoktu, onun da arkadaşıma bir faydası olmuyordu maalesef. Yaptığımız telefon görüşmelerinden birinde arkadaşımın; “Şu işe bak burada mahsur kaldım, can sıkıntısından ne yapacağımı bilmez hâlde elim kolum bağlı oturuyorum!” sözleri hatırıma geldikçe gülerim. Mahsur kaldım dediği yer her türlü hizmeti sunacak imkânları olan, hiçbir şeyden mahrum kalmayacağınız, insanın canının sıkılmasına fırsat bulamayacağı, birçok insanın en fazla ismini bilip civarına bile yaklaşamadığı son derece lüks bir oteldi. İmkânların bu kadar bol, yapacak işlerin bu kadar çok, zamanınsa olabildiğince sınırlı olduğu bir dünyada canını sıkmayı başarabilen tek canlı insan olsa gerek.
Arkadaşımın başına gelen mahsur kalışın bir benzeri Türk Musikisinin en önemli bestekârlarından Hacı Ârif Bey’in de başına gelmiştir. Ârif Bey, klasik dönem bestecilerinin pek kullanmadıkları şarkı formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış, bir şarkı bestecisi olarak yeni bir çığır açmıştır. O, Türk Musikisinin, sözlü öğrenim geleneği içinde yetişmiş bir bestecisidir. Nota bilmemesine, herhangi bir saz da çalmamasına rağmen çok güçlü hafızası sayesinde bini aşkın eseri ezbere bilir, bir eseri ikinci kez dinlemeye gerek kalmadan ezberleyip, istendiğinde icra edebilecek kabiliyettedir. Hacı Ârif Bey Osmanlının son dönemlerinde tahtta bulunan üç Pâdişâhın hükümdarlıklarında sarayda bulunmuştur. Şahsi nitelikleri, sunduğu eserlerin kalitesi ve yaptığı işteki mahareti sebebiyle önemli mevkilerde vazife yapmıştır. Sultan II. Abdülhamid döneminde de benzer görevler alan Hacı Ârif Bey bir gün yeni eserlerini icrâ etmesi maksadıyla huzura davet edildiyse de hastalığını öne sürerek özür dilemiş, davet tekrar edilince de “Sanatta irâde-i hümâyun olmaz (Sanat icrasında Pâdişâhın emri değil, sanatkârın arzusu geçerlidir) ben Pâdişâhın babasının ve amcasının hizmetinde bulunmuş, böyle muameleyle muhatap olmamıştım” demesi üzerine sarayda bulunan makam odasında 50 gün boyunca gözaltında tutulmuştur. Gözaltında kaldığı yer saraydaki makam odası olduğu ve yine lâzım gelen tüm imkânlardan istifade etmesi mümkün olduğu hâlde saraydan çıkmayı arzulamıştır. Sanatkâr letâfetine bakınız ki hâlini makama arz etmek için bir şarkı besteleyerek padişahın huzurunda icrâ ettirmiş, eserdeki ince mesajı alan II. Abdülhamid, Hacı Ârif Beyi bağışlayarak eski vazifesine iade etmiştir.
İnsan sarayda veya makam odasında olsa da, lüks bir otelde de olsa bülbülün altın kafeste özgürlüğünü araması gibi bir hisse kapılıyor demek ki. Hacı Ârif Bey’in bu mahsur kalışının üzerinden yaklaşık bir asır geçmiş. Yazının başında okuduğunuz dört mısralık şiir bu olayda nihavend makamında bestelenmiş eserin sözleridir. Bir keyif kahvesi lezzetindeki bu şarkıyı zaman zaman açar dinlerim. Her dinlediğimde aklıma otelde mahsur (!) kalan arkadaşım gelir. Saraydan fazla imkânlara sahip bir otelde mahsur kaldığını iddia eden arkadaşımın birkaç günlük esaretinden geriye sayısız şikâyet ve serzenişinden başka ne kaldı diye sorarsanız, belki de onun bile unuttuğu bu anımız vesilesiyle beni ve dolayısıyla bu satırları okuyan sizleri Hacı Ârif Beyle buluşturması derim.
***
Bir bilgeye sormuşlar: “Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?” Bilge; “Terzimi severim diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar. “Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor, o da nereden çıktı, neden terzi?” Bilge, şöyle cevap vermiş; “Evet dostlarım, ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da beni hep aynı gözle görürler.”
***
Bir Kelime
Letâfet: Hoşluk, lâtiflik. Güzellik, nezâket. Yumuşaklık, hafiflik, tatlılık.
***
Yeniden buluşana dek hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.