Gerçek bir neden yokken ya da nedeni olsa bile denetlenemeyen aşırı endişe hali hissediyorsanız, yakınlarınızca “aşırı evhamlı” olarak tanınıyorsanız, nedensiz yorgunluk, dikkat bozukluğu ve konsantrasyon güçlüğü yaşıyorsanız, baş ağrısı ve kas ağrılarınız varsa, tahammülsüzlük, sersemlik hissi, sıcak basma, titreme, terleme gibi fiziksel yakınmalarınız varsa, uykuya dalamıyor veya gece sık sık uyanıyorsanız kaygı (anksiyete) sorunu yaşıyor olabilirsiniz. Anksiyete yaşayan kişi bu durumu genellikle “kötü bir şey olacakmış hissi”, “hoş olmayan bir endişe hali” ya da “nedensiz bir korku” şeklinde ifade eder.
Kaygı veya endişe, deneyimlediğimiz gerilim, bunaltı ve sıkıntı halidir. Hafif kaygı yaşamın normal bir parçasıdır. Birçoğumuz günlük yaşamda değişik konularla ilgili kaygı duyuyoruz. İş stresi, trafik, sınavlar, sağlık sorunları, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırıyor. Okulun ilk gününde, sevgili ile buluşulacak ilk randevuda ya da yeni bir durum ile ilk karşılaştığımızda anksiyete duyulması normaldir. Aslında kaygı, bir ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar vermemize yardımcı olur, dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Normalde bu tür kaygı hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir. Ancak kaygı hali çok hafif bir tedirginlik ve gerginlik duygusundan panik derecesine kadar varan değişik yoğunluklarda yaşanabilir. Kontrol dışına çıkıp kişinin hayatını aksatmaya başlatıyorsa zamanla azalmak yerine şiddetleniyorsa iyice ilerlemiş demektir. Sürekli ve durumla uygun olmayan aşırı bir endişe durumu söz konusudur. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler, her şey kendi denetimlerinin dışındadır..
Kaygı bozukluğu her 100 kişinin 30’unda yaşamlarının bir döneminde görülebilir. Kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görülür. Vakaların yarısından çoğu çocukluk ve erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır. Stresler, kaygı gelişiminde önemli rol oynar. Endişe, evham, kaygı, korku hisleri sinir uçlarımızdan Adrenalin ve Kortizol adlı stres hormonları salgılanmasına yol açıyor. Bu maddeler kalbimizi daha hızlı çarptırır, tansiyonumuzu yükseltir, çarpıntı, titreme, terleme, bunaltı hissi, nefes alamama, boğuluyormuş gibi hissetme gibi belirtilere neden olur. Aynı maddeler damarlarımızın iç duvarını da etkileyip bozabilir. Kaygı, endişe hali uzun sürerse kalp krizi, diabet, felç riski artar. Johns Hopkins tıp fakültesinden Prof.Dr.Una McCann, anksiyete ile oluşan çarpıntı, kalpte oluşan ritm bozukluğu ve yüksek tansiyon nedeniyle kalp hastalıkları riskinin arttığını söylüyor.
Anksiyete ve kalp krizi bağlantısı hakkında yapılan ve Amerikan Kardiyoloji Derneğinin saygın bilimsel dergisi JACC ‘da yayınlanan araştırmada, 50 bin kişinin sağlık durumları 37 yıl boyunca izlenmiş. Bu süre içerisinde anksiyete bozukluğu olanların olmayanlara göre 2,5 kat daha fazla kalp krizi geçirdiği ortaya çıkmış.
Anksiyetesi olanlarda uyku problemi de sıkça görülmektedir. Son birkaç yıl içinde yapılan araştırmalar uyku düzensizliklerinin kalp hastalığı riskini artırdığını göstermiştir.
Özellikle çocukluk dönemi ve ergenlik döneminde başlayan kaygı bozuklukları yavaş ve sinsi bir gelişim gösterebilir. Kaygı Bozuklukları, genellikle geçmişte yaşanan bir olaydan kaynaklanır ve bir olaya duyulan tepki şeklinde kendini gösterir. Bilinçaltındaki çelişkilerden kaynaklandığı için kişi duyduğu huzursuzluk ya da korkunun nedenlerini bilemez. Annenin gerilim ve kaygısının önemli olduğu anne ile sağlıklı bir bağlanmanın olmadığı düşünülmektedir. Birçoğunda yüksek bir oranda anne baba ayrılığı olduğu gözlenmiştir. Zorlu bir çocukluk dönemi geçirmiş olabilirler. Yapılan bir çalışmaya göre hastaların % 30’unda, hastalığın stresli bir olayla başladığı belirlenmiştir.
Önümüzdeki hafta anksiyeteyle nasıl başa çıkabileceğimizle alakalı bir yazı yazacağım. Sağlıkla kalın. Haftaya görüşmek üzere.