Merhaba

Bir efendiye hediye olarak bir kavun getirilmişti. Efendi, kavunu aldıktan sonra sevdiği, gönüldaşı, sâdık hizmetkârı Lokman’ı çağırttı. Lokman gelince efendisi kavundan bir dilim kesip ikrâm etti. Lokman o dilimi sanki bal gibi, şeker gibi yedi. Efendisi ona ikinci bir dilim daha verdi. Zîrâ efendisi, Lokman’ın duyduğu bu lezzet karşısında huzur buluyordu. Bir dilim bir dilim daha derken son bir dilim kaldı. Efendisi; “Bunu da ben yiyeyim de ne kadar tatlı bir kavun olduğunu anlayayım” dedi. O dilimi yer yemez kavunun acılığından ağzını bir ateş kapladı, dili uçukladı, boğazı kavruldu, zehir yemiş gibi kendinden geçti. Lokman’a sordu: “Ey benim cânım hizmetkârım! Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Neden bir şey söylemedin?” Lokman dedi ki: “Ben; siz efendimizin elinden o kadar tatlı yemekler yedim, maddeten ve mânen o kadar çok nimetlerle beslendim, doydum ki, size bunlar için mukâbelede bulunamadığımdan dolayı, mahcûbiyetimden iki büklüm olmuşumdur. Elinizle ikrâm ettiğinize nasıl “Bu acıdır, yenilemez” diyebilirim? Sizin elinizden gelen her acı bana tatlı gelir, çünkü bedenim nimetlerinizle beslenmiştir.” Sonra Lokman, heyecan dolu sözlerle içini dökmeye şöyle devam etti: “Efendim! Sizden gelen bir acıdan feryâd edersem, başıma yüzlerce defa toprak saçılsın. Lütufkâr elinizin tadı bu kavunda nasıl acılık bırakır? Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet sayesinde bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbet vesilesiyle dermansız dertler şifâ bulur. Hâsılı muhabbet ile kahır rahmet olur.”

Efendim, Mevlânâ’nın mesnevisinden okuduğunuz kısa hikâye; gönülden sevmenin kısa bir târifi gibi. Samimi bir dost zehir sunsa yenir, içilir. Bu ikrâm ettiğin acıymış denmez, denmemelidir. İnsanoğlu; hava gibi, su, ekmek, aş gibi, dost-arkadaş gibi, vatan gibi birçok olmazsa olmaza muhtâciyet içerisinde yaşıyor. Nihâyetinde insan; birbirine muhtaç, en azından bugün değilse bile bir gün bir şekilde muhtaçlığı ortaya çıkıyor. Birbiriyle sosyal etkileşim hâlindeki insanoğlunun en temel gereksinimlerinden biri de güvenliği. Yolda, evde veya herhangi bir yerde kendini güvende hisseden insanın iç huzuru da o nispette yerinde oluyor. Güvenliğin tesis edilmesi kadar sürekliliği de mühim. Her zaman ve şartta güven içerisinde olduğunu bilmek, güvenlik hizmetinden istifâde etme kaygısı taşımıyor olmak bireylerin, dolayısıyla da toplumun sükûneti için büyük önem arz etmekte. Modern ve medenî dünyâ ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de iç güvenliğimizin temin edilmesinde başrol emniyet güçlerimize âittir. Bugün, çağın gerektirdiği her türlü imkân ve teçhizatı vatandaşının huzur ve sükûnunu sağlamak adına kullanan emniyet teşkilatı mensuplarımız, polislerimiz, aynı zamanda yazının girişinde okumuş olduğunuz hikâyedeki Lokman rolünü de üstlenmişlerdir. Lokman’ın acı kavunu yemesi gibi, nihâyetinde en kıymetli varlığını yani canını; cânânım dediği vatanı, milleti, bayrağı ve milletini millet yapan değerlerinden sonra sayan bir anlayış ve özveriyle, acıyı bal eyleyerek gönüllü olarak yemektedir. Vatan topraktan ibâret değildir. Toprak, “Vatan” kavramında ancak bir unsuru temsil eder. Bir memleketin kuru bir coğrâfî saha durumundan millî bir vatan haline yükselebilmesinde; güzellik, verimlilik gibi doğal veyâ kişilerin her türlü insanî haklarını temin eden yer olmak gibi sosyal ve siyâsî vasıfların bile hiçbir tesirleri yoktur. Tabiat güzellikleri ve toprak verimliliği dünyânın herhangi bir yerinde bulunabileceği gibi, insânî ve siyâsî hakların temin edilmiş olması da bir toprağı vatan saymaya yeter sebepler değildir. Toprağın vatanlaşması için mukaddesatla, mâneviyatla ve târihle yoğurulmuş olması gerekir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra modern bir anlayışla 10 Nisan 1845 târihinde “Polis” adıyla bir teşkilat kurulmuştur. Başta Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da sonrasında imparatorluk genelinde kuruluşu sağlanan Emniyet Teşkilatı, kuruluşundan bugüne 176. Yılında hayâtın hemen her alanında ve ânında çağın gerektirdiği bir anlayışla hizmet etmektedir. Emniyet güçlerimiz; yukarıda bahsettiğimiz “Vatan” kavramından aldığı ilhamla ve aşkla, atalarından devraldıkları millî mücâdele rûhuyla vatan sınırları içerisinde ve sınır ötelerinde acı kavunu gönüllü olarak yemek üzere her dâim vatanına ve vatanlarını vatan yapan değerlere hizmet etmektedir. Emniyet Teşkilatının her kademesinde görev ifâ eden herkesi şükranla hatırlıyoruz.

Yazının başında okuduğumuz şiir, vatan şâirlerimizden Namık Kemâl’ in “Hürriyet Kasidesi” isimli şiirinin bir mısrâsıdır. Şiir, cânânını canından önde tutan emniyet güçlerimizin milletine hizmet ederken edindikleri düstûru açıklar gibi şöyle seslenir; “Kendini insan bilenler halkına hizmet etmekten usanmazlar, iyiliği kendilerine ilke edinmiş olanlar; düşkünlere, mağdurlara, devletinin şefkatine muhtaç olanlara yardım etmekten kaçınmazlar.”

***

Bir Kelime

Cânân: Sevgili, güzel, güzellik sâhibi. Canlar, ruhlar.

***

Efendim, Allah hepimizin kalbindeki vatan sevgisini pekiştirsin, vatan sevgisiyle yoğrulmuş kalpleriyle bizlere hizmet eden emniyet çalışanlarına, bekçi ve polislerimize kuvvet ve basiret versin. Bir sonraki yazıda buluşana kadar hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.