Merhaba
Eski ramazanlar, din hizmeti veren görevlilerin hem maddi hem manevi hasat zamanları imiş. Görevliler, ramazan ayında çok yorulurlar fakat toplumdaki statüleri ve itibarları da o nispette artarmış. Şehirlerde imam ve müezzinlerin ramazana has bâzı hazırlıklarla mukâbelelerde, vaazlarda ve özellikle terâvih namazlarında çeşitli düzenlemeler yaptıkları kayıtlarından anlaşılmaktadır. Musikiye vâkıf imam ve müezzinlerin sahip oldukları şöhretleri kadar cemaatleri de artarmış. Sürpriz seslerin de dâhil olduğu her akşam için ayrı ayrı tanzim edilmiş ilâhi repertuarlarıyla camiler âdeta ruha temas eden sanatsal ziyâfet mekânları olurmuş. “Musiki mahlûkâta tesir eder” sözü gereğince camileri dolduran cemaat mest olurmuş. Kimi görevliler terâvih namazından sonra konaklarda, evlerde düzenlenen düğünler, sünnet merasimleri, mevlitler ve benzeri toplantılarda hem şarkılar teganni eder hem de muhtelif çalgı âletlerinin icrasındaki maharetlerini sergilerlermiş. Bütün bu sanatsal faaliyetlere iştirak eden dinleyiciler bir süre sonra ruhlarında oluşan hoşluğa tiryâki olurlar, sanat icra eden kişileri ev ev, konak konak takip ederlermiş.
Tiryakilik sadece sanatla ilgili değil elbette. Bugün olduğu gibi geçmişte de ramazan günleri çeşitli tiryakilikleri olanlar için iftar vaktinin iple çekildiği günlerdir aynı zamanda. Tiryakiler için saatler uzadıkça iftar vakitleri sanki yolu gözlenen sevgililer gibi olur. Dakikalar âdeta saat hükmüne geçer. Tiryakilik türlü türlü; kimi çay, kahve tiryakisiyken kimileri de başka başka mamullerin tutkunu. Günümüzde pek bulunmasa da vaktiyle çok sayıda bağımlısı bulunan enfiye tutkunlarından biri de bir imam efendiymiş. Hem nargile hem de enfiyenin tiryakisi olan imam efendinin özellikle ramazanın yaz mevsimine isabet ettiği aylarda iftara yakın vakitlerde sinirleri gerilir, etrafını kırar geçirirmiş. Hele ki akşam namazı için camiye gittiği sırada yoluna çıkanların vay haline! İşte öyle bir vakitte, orucun 17. Saatlerine denk gelen dakikalarda tespih elinde, cinler tepesinde, Lâ havle dilinde, camiye doğru yola düşmüştür. İftar vaktine beş dakika ya var ya yoktur. Mahallenin delikanlılarından biri koşarak yanına gelir eline yapışır ve saygıyla öper, iki adım geri çekilip bekler. İmam efendi bakar ki pek terbiyeli bir delikanlı, dar vakitte kendisini esir edeceğinden şüphelenmeden sorar;
-Hayrola evlâdım, bir şey mi istemiştiniz?
-Efendim, siz büyüğümsünüz, baba yerine sayılırsınız. Dinimizi de hepimizden iyi bilirsiniz. Bir maruzatım var ama nasıl söylesem bilmem ki…
Delikanlı müşkülatını söylemediği gibi sözü ağzında geveledikçe geveler, uzattıkça uzatır. İmam içinden “Bu münasebetsiz vakitte namaza da yetişmek gerekir” diye düşünmektedir. Nihâyet delikanlının sözünü keser ve emreder bir üslupla seslenir;
-Nedir evladım, çabuk söyle bakalım, namaza yetişeceğiz!
-Efendim, bilirsiniz ki ben altı ay önce evlenmiştim. Nikahımızı da siz kıymıştınız. Hani tavuklu pilav ikram etmiştik…
-Oraları geç evladım, sadede gel, namaza yetişeceğiz dedik ya!
-Efendim, işte burnu büyük olmasın, bizden görsün diye… Hani biliyorsunuz ya fakir bir kız almıştım. Fakir dediysem, işte hani…
-Tamam, anladık evladım fakirdi, devamını getir hele!
-Efendim, fakirdi ama mübarek kenarın dilberi çıktı. Bir iki ay demeden kabak çiçeği gibi açıldı, ne görgü ne saygı… Bizim valideyi de bilirsiniz hani…
-Nereden bileyim sizin valideyi be adam, sadede gelsene!
-Efendim, işte yani bütün gün evde gelin kaynana hır gür, ev cehenneme döndü. Üstelik pasaklı da…
-Anlaşıldı evladım, boşa sen onu, bırak gitsin.
-Doğru ama efendim… Gençlik işte, ben de gönlümü kaptırdım ona, belki zamanla yola gelir diyorum.
-Öyleyse bırakma!
-Bırakmayayım ama bu sefer de validemin yüreğine inecek, onu kaybetmekten korkuyorum. Siz geçen Cuma anlatmıştınız, anaların hakkı ödenmez, cennet onların ayakları altındadır diye…
İmam efendinin tepesi iyiden iyiye atmaya başlamıştır, sesini bir perde yükseltip, dişlerini gıcırdatarak sözünü keser;
-Öyle ise bırak!
-Bırakayım da efendim, kimsesiz fakir bir garip, gidecek yeri, barınacak damı yok. Üstelik birkaç ay sonra bir de evlat verecek bana. Bu vaziyette sokağa atmanın dinde yeri var mı, bu konuda acaba din bilginleri…
İmam efendi adeta inleyerek tekrar sözünü keser;
-Öyle ise bırakma!
-Bırakmayayım ama efendim, geçende…
O sırada top atılmış, kandiller yanmış, yakındaki camide ezan okunmaya başlamıştır. İmam efendi elindeki kehribar tespihi yere çalarken ezanı okuyan müezzinin sesini bastıracak şekilde bağırır.
-Be herif, ya karıyı bırak, ya beni!
Ertesi gün kuşluk vaktinde delikanlı elinde bir tepsi baklava ve dağılan tespih taneleri ile birlikte kendini zor affettirebilmiş.
Siz siz olun iftara yakın saatlerde bir tiryakiye bulaşmayın, hele ki mühim bir konu için fikir danışmayın derim.
***
Bir Kelime
Teganni: Şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma.
***
Efendim, biz de sözü fazla uzatarak bir tespihin ziyânına sebep olmayalım. Bir sonraki yazıda buluşana kadar hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.